Oluşturulma Tarihi: Haziran 29, 2001 00:00
Bilkent, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı`nın hem girişimci hem de akademik ruhuyla yarattığı bir dünya. Kamuoyu Bilkent`i daha çok üniversitesiyle tanıyor, oysa Bilkent, Ankara`ya alternatif bir şehir konseptiyle her geçen gün büyüyor.
Kurulduğu 5 milyon metrekarelik alanda, Bilkent`i, binalarıyla, üniversitesiyle, yaşama alanları, alışveriş merkezleri ve Prof. Doğramacı`nın işadamı yönünü ortaya çıkaran Tepe Grubu`nun şirketleriyle son 20 yıl içinde Amerikan tarzı kent anlayışını, Türkiye`ye taşıyan ayrı bir olgu olarak da değerlendirmek gerekiyor. Sanayi, kent, üniversite ve insanlar barış içinde yaşıyorlar burada.
Tepe Grubu`nu ne kadar tanırsınız bilemem ama ilk kez mobilya alanında faaliyet göstermeye başladığından bu yana neredeyse 50 farklı alanda çalışan şirketleri bünyesinde toplayan önemli bir kurum hüviyetinde bugün. Belki, henüz bir Sabancı veya Koç gibi büyüklerin arasında değil. Birkaç milyar dolara ulaşan varlıkları ve firmalarıyla hemen onların arkasındaki sıralarda yer alıyor.
İnşaat, prefabrik yapılar, yapı malzemeleri, kapı doğrama, mutfak ve mobilya alanlarında hırslı stratejilerine devam ediyor görünüyor. Tepe deyince, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali inşaat ve işletmesi, İş Bankası Kuleleri inşaatı ve dekorasyonu, Kartal, Adana, Gaziantep ve Bilkent gibi alışveriş merkezleri ile Bilkent Oteli ve Beykoz Konakları gibi uluslararası kalite standartları uygulanan projelerdeki imzalarını da hatırlatmak gerekiyor.
Tepe Grubu Murahhas Azası Ali Kantur, firmasını anlatırken, önce `krize rağmen` deyimini kullanıyor ve `Türkiye`nin bilgisayar yönetimiyle mobilya üretecek ilk fabrikasını Sincan`da açmakla, ülkemizde ölmeye başlayan girişimcilik ruhunu da canlandırmak istiyoruz` diyor.
Kantur, yaklaşık 16 milyon dolarlık yatırımla ortaya çıkan Sincan fabrikasını biz gazetecilere gezdirirken, `Bu tesisle, 2001 sonundaki toplam ciromuzu 60 milyon dolara yükselteceğiz` şeklinde konuşuyor. Tepe Mobilya Genel Müdürü Hanifi Arabacı ise Sincan tesislerinin özelliklerini anlatıyor ve şu bilgileri veriyor:
`1969`dan bu yana mobilya ve hazır mutfak sektöründe çalışan Tepe Mobilya, yeni tesislerinde geçen ay üretime başladı. Burada herşey bilgisayarla yönetiliyor. Modern teknoloji ürünü tam otomatik tesisler, ülkemizde yeni bir mobilya anlayışını da beraberinde getiriyor. Piyasadar gelen talebe uygun olarak bu yıl sonuna kadar hedeflediğimiz 5 milyon dolarlık ilave yatırım için de kolları sıvadık. Herkes işçi çıkarırken, biz şu anda 60 işçi aldık. Yıl sonuna kadar da bu sayıyı 160`a çıkarmayı düşünüyoruz.`
`
Merdiven altı` sektör hakim
Gerek Kantur ve gerekse Arabacı, Türkiye`deki mobilya pazarının `merdiven altı sektör` dediğimiz dağınık ve kayıt dışı üreticilerin elinde olduğunu belirtirken, bilinen sektör pazar boyutunun 2 milyar
dolar civarında olduğunu söylediler. Büyük firmaların paylaştığı pastaya bakıldığında Tepe Mobilya`nın yüzde 5 - 7 arasında bir oran yakaladığını kaydeden Kantur ve Arabacı, `Sektörde 4 bin üretici var. Bu nedenle bizim payımız, oldukça büyük sayılmalı. Türkiye`de sektörde hala büyük potansiyel bulunuyor. Nüfus olarak benzeşen Almanya`da mobilya sektörünün 40 milyar dolar olduğu gözönüne alınırsa, ülkemizde daha alınacak çok yol var ve biz pay olarak büyük rakamlara ulaşacağımızdan eminiz` diyorlar.
Türklerin mobilya kültürü zayıf
Ali Kantur ve Hanifi Arabacı ile ülkemizdeki mobilya kültürünü de tartışıyoruz. Onlara göre, hem halkın satınalma gücü düşüklüğü hem de yaşam tarzı kültürünün yetersizliği nedeniyle biz Türkler, mobilyaya fazla önem veremiyoruz. Tepe Mobilya`nın her kesime hitap ettiğini anlatan yöneticiler, Türklerin daha çok 50 yaşından sonra evlerinin mobilyasını değiştirdiklerini anlattılar.
Yine Türklerin henüz AB ülkesi vatandaşları gibi `aksesuar ve çeşit zenginliği`ni yakalayamadıklarını da kaydeden Kantur ile Arabacı`nın umudu, her yıl 300 ile 500 bin arasında değişen konut açığının giderilmesine paralel olarak mobilya satışlarının da hızlanacağı yönünde. Onlara göre şimdilik sadece iyi gelir grubunda yer alan Türkler, aksesura ve çeşitliliğe önem veriyor. Gelir düzeyi arttıkça, bu eğilimin Türkiye`de de yaygınlaşacağını düşünen yöneticiler, yatırımları planlarken, bu potansiyeli gözününde tuttuklarını vurguluyorlar.
`En büyük sorun işsizlik`
Tepe Grubu Murahhas Azası Ali Kantur, son krizlerin girişimcilik ruhunu büyük çapta zedelediğini düşünüyor. Kantur, bu durumun çok büyük tehlike yarattığına dikkat çekerken, `Devlet, en büyük vergiyi istihdamdan dolayı toplar. Bunun oranı da yüzde 60`lara ulaşır. Sorunun çaresi, yeni yatırımları ve ihracatı her koşulda teşvik etmektir. Böylece, neredeyse 15 milyon kişiye ulaşan işsizlik sorununa çare bulunurken, açılacak yeni işyerleriyle devletin gelir kapısı da sonuna kadar açılır` diyor. Kantur, her kesimin çağdaş bir Türkiye yorumu çerçevesinde uzbirliğine gitmesi gereğini vurgularken, şöyle konuşuyor:`Yatırımları enlelleyecek girişimler, bindiğimiz dalı kesmeye benzer. Eğer, Ford`un Türkiye`de yatırımı engellenseydi, 1 milyar dolarlık bir proje dışlanmış olacaktı. Bulgaristan, Romanya ve Polonya gibi ülkeler, yerli ve yabancı yatırımcılara, her kolaylığı gösterirken, biz hala girişimcileri, gereksiz bürokrasi tuzağı ile yıldırıyoruz. Dubai`ye giden bir yatırımcı, en gözde konuk unvanı taşır. Gelip, hangi eksiğiniz var diye sorarken, en kısa zamanda bu eksikleri gideriyorlar. Bunun nedeni, her yeni yatırımcının yarattığı iş alanlarıyla işsizlere iş vermesi ve devleti bu yükten kurtarırken, vergilerle de devletin kasasını doldurmasıdır. Türkiye`nin de böyle yapması gerekir.`